TARİHİ YAPININ KARŞISINDA TARİHİ İNSAN



Erzurum Kalesi’nde göze çarpanlardan birisi saat kulesi. Şöyle başımızı o göklerden yere doğru indirince de kendisi gibi eski bir saatçi var. Her şeyiyle bize eski Erzurum’u anlatan Rahmi Soralan 1949 doğumlu. Kapıdan girdiğinizde önce güler yüzü ve tezgahtaki cep saatleri karşılıyor sizi. Saat hakkında ne kadar ince fikirlisiniz? İtiraf ediyorum saatlerin bu kadar büyülü bir dünyası olduğunu Rahmi amcayla karşılaşmadan önce bilmiyordum. Madem yolumuz düştü bu tarihi sokağa, birkaç soruyla da olsa saat dünyasından nasiplenelim dedim. Belki şu tarih kokulu, büyüden yoksun dünyalarımıza ışık olur diye… Ayrıca; bu sanatına bağlı insan bizlere yelkovanda; azmin, akrepte; doğruluğun insana kattıklarını anlattı. Başarı ancak bunları zamanla harmanlayınca yakalanırmış…
Rahmi Amca Erzurum’un yerlisi. 1949 yılında doğmuş. 6 yaşında matbaacılığa başlamış. Daha sonra bir hevesle başlayan saatçiliği kendisine meslek edinmiş. 

Rahmi amca matbaacılık yıllarını ve neden bıraktığını anlattı:
Matbaacılıkta çıraklık dönemim oldu.  O dönem medrese, okul ve işi aynı anda yürütüyordum. Tabi ustalarım ciddi insanlardı ve işi titizlikle öğretiyorlardı. En temelden başladık işi öğrenmeye. Temel dediğimde matbaada ilk süpürgeyi elimize verip “Temizleyin” dediler. Sonra yazıcı kasaların başına geçtik. Çıraklıktan kalfalığına sonra da ustalığa giden bu serüvenim yaklaşık otuz yıl kadardı. Ve en süratli işi yapandım. Teknolojiyle bilgisayarlar gelişti ve matbaacılık öldü. Biz eskiden kendimiz her şeyini belirlerdik. Düşünürdük cildi nasıl, sayfa yapısı nasıl olsun diye. Ama şimdi bilgisayarda hazır şekiller var onlardan birini seçip bir tuşla hallediyorlar.


“Saatçilik ilk zamanlar benim için bir hevesti.”
Matbaada kullanılan kurşun tozları midem de hasara yol açtı. Saatçilik ise ilk zamanlar benim için bir hevesti. Topluma girebilmek için bir kapı aralamak lazım. Matbaacılığa devam edemeyince gözüm saatlere takıldı. Bir saatçi arkadaşım vardı onun yanına gide gele daha da ilgimi çekmeye başladı. Arkadaşıma; “Bende bu sanatı yapamaz mıyım?” diye sorunca o da güldü. “Bu yaştan sonra çok zor olur hem senin kendi mesleğin var boşver”, dedi. Ama ben aklıma koydum.

“SAATİ SÖKÜP TAKMAYI KENDİ KENDİME ÖĞRENDİM”
Tabi ki bir işi yapmadan önce olmaz tarafını düşüneceksin ama ben hiç deneyip kendimi görmedim ki korkayım. Aklıma koydum ve ben öğrenirim dedim. Öğrenirsin, öğrenemezsin derken arkadaşlarımın elindeki kurmalı saatleri aldım. Çok değerli eski saatlerdi. Bozdum hepsini ve yeniden yapmaya başladım. Sonra arkadaşımın yanına gittim, sordum;  “Ne olur bana şu tornavidayı (yani çifteyi) tutmayı öğretir misin? Neyse gösterdi,bana dedi ki “Eline de yakıştı. Gerçi sen matbaacısın ya, siz harfleri cımbızla çıkarttığınız ondan bizim çifteyi tutmayı da becerebilirsin.”  . Ve gel zaman git zaman bir yıl sonra ben saat söküp takmayı kendi kendime evde öğrendim.

Saatçiliğe yeni başlayan Rahmi amca kendini yeterli olduğunu söyleyince arkadaşını güldürdü.
Dükkan açmayı düşündüm, arkadaşıma da söyledim o yine güldü. Tabi şimdi ben de olsam gülerdim. Tamam hevesliyim, söküp takabiliyorum ama sadece bundan ibaret değil ayrıca ben sanatı bilmiyorum. Binlerce çeşit saat var, hangi birini söküp yerine takacağım. Birinin en küçük parçası dahi diğerine uymuyor şimdiki saatler gibi değil ki onlar. Velhasıl arkadaşım hevesimi görünce dedi ki: “Gel sen benim yanımda kal bir süre, bak bakalım öğrenebilecek misin.” Onun yanında dört yıl kaldım. Ellerine, saati sökme şekline, saat çeşitlerine özenle bakıp hafızama yerleştirdim.

Peki dört yıl sonra ne oldu hala zor muydu?
Yok artık bir şeyler biliyordum. Annemlerin ısrarı üzerine İstanbul’a gittim. Ve kendi dükkanımı açtım. O dönem Japonlar yeni otomatik saat getirdiler. Ben de kursuna katılmak istedim. E tabi beni almazlar, araya torpil koyduk da öyle. Sonra ben bu kursu birincilikle bitirdim. Japonlar o kadar beğendiler ki alıp beni bir yıl eğitip saat mühendisi yapmak istediler. Ama ben gidemedim.

“İÇTEN İSTEYİNCE BİR ŞEYİ, O ELİNİZDEN KURTULMAZ”
Heves edince bir şeye o elinizden asla kurtulmaz. Ama içten istemeyi bileceksin. Normalde  pilli saatler çıktı; pili değiştirme bahanesine tamir yapıldığı zannedilir halbuki anladığımız hiçbir şey yok. Kim bununla uğraşacak deyip de işi savsaklarsan sanat öğrenmez sadece işin lakaytlığını yaparsın.

“ERZURUM'DAKİ ARKADAŞIMLA MEKTUPLAŞTIK SAAT TAMİRİ ÜZERİNE”
Elbette… Madem ben buna heves ettim, bu işe girdim öğreneceğim diye azmettim. Tezgahta her türlü pilli saati söktüm. Derken bu parça bunun, bu parça bunun diyerek tamir etmek haftalarımı aldı. Bir yerde tıkandım, kimseye danışamıyorum. Erzurum’daki arkadaşıma; “Ben takılıp kaldım bunun hatası nerdendir?” diye mektup yazdım. O da bana cevaben mektup yazdı. Yapmam gerekenleri sıralamış; aynen yaptığımda da çalıştı. Böyle böyle usta olduk işte. Bencillik şeytan işidir ama elimize gelen de tamir edilmeden geri dönmez.

“USTALIĞA YAKIŞAN BİLDİKLERİNİ EKSİKSİZ,DOĞRU İŞLEMEKTİR ÇIRAĞINA”
Yetiştirdim tabi ki. Sadece saatçilikte değil matbaada da birçok çırak yetiştirdim. Çoğu dağıldı ülkenin her köşesine. Saatçilikte yetiştirdiklerimse şimdi kendi dükkanlarını açtılar. Ustalığa yakışan öğrendiklerini ve bildiklerini eksiksiz, doğru işlemektir çırağına.

Rahmi amca sadece tarihi saatler için kendini yoruyor.
150 YILLIK RUS DUVAR SAATİ
Evet sadece tarihi olanları yapıyorum. Pilli olanların pilini, camını değiştiriyorum ama tamir edilmesini istediklerinde gözümü yormuyorum açıkçası. Lakin eski saatlere kafa yorup vitrine astım mı değmeyin keyfime. 

“İNSANOĞLUNDA BİR PİŞMANLIK BAŞLADI, ESKİYE DÖNÜŞ VAR”
İnsanoğlunda bir pişmanlıklar başladı, eskiye dönüş var. Yeni saatlerin pilinin bitmesinden bıkmışlar, onlardan kurtulmaya bakıyorlar. Geçen bir müşteri geldi eski saat istedi. Sonra da teşekküre geldi çok memnun kalmış.

“BABAMA SAAT ALACAĞIM DİYE SÖZ VERMİŞTİM”
Saat zenginliğin göstergesiydi Erzurum’da eskiden. Ağalarda ya da zenginlerde işte şu tarihi saatlerden ya da cep saatlerinden vardı. Heveslenirdi alamayanlar, aralarında konuşurlardı; şu adamında şöyle cep saati var diye. Hiç unutmam babamda heveslenmişti. Ona söz vermiştim sana bir saat alacağım diye. Matbaada çalıştığım dönemdi. Allah da yardım etti kazandığım parayla babama çift kapaklı, anahtarla kurmalı cep saati aldım. Çok sevindi ölene dek de kullandı.

“ÖNCE SAATİN ÜSTÜNDE O ÜÇ ALETİN ADINI BİLECEKSİN”

Saat ne kadar da değerliymiş meğer…
100 YILLIK GUGUKLU SAAT
Tabi saat zamanı belirten bir alet. Ama şimdi oyuncak ettiler. Neredeyse yeni doğan çocuk saat al diyecek. Ne anlar saatten… Bir gün büyük oğlum benden saat istedi. Bende “Elimde çok orijinal bir saatim var hediye ederim yalnız bir sorum var” dedim. “Şu üstünde dönen üç tane alet var onların adı ne?” diye sordum.  “İşte saati gösteren aletler baba”, dedi. “Yok; önce bunların ismini öğren ondan sonra. “ deyip hediyemi bir kenara koydum.

“ERZURUM ELLİ YILDA ELLİ KEZ DEĞİŞTİ”

Peki şimdiki Erzurum?
Valla Erzurum elli senede elli kez değişti ve ben bu Erzurum’u sevmiyorum. Sevilecek sınırdan çıktı. Çağ atladık dedik; insanları katil yaptık, evlada sözümüz geçmez oldu, komşu komşuyu tanımıyor artık. Eskiden Tebrizkapı’da cenaze olsa taa Gez mahallesinden gelirlerdi. “Komşumdu rahmetli” diye. Şimdi, aynı sitede birbirini tanımıyor insanlar, yardımlaşmıyorlar. Eskiden iman vardı. İnsanlık gitti bencillik başladı.

“DÖVİZ GETİREN TURİSTLER TARİHİ MİRASIMIZI ALDI”

Ya Kale?
Aslında Kale birkaç senedir Kale oldu. Bundan önce yıkıktı. Saat kulesi var biliyorsun içinde ama bizler sahip çıkamadık birkaç yıl önce çalışan saatin parçaları çalındı. Döviz getiren turistler tarihi mirasımızı aldı.

 “BAŞARI YAPTIĞIN İŞİN DOĞRULUĞUNDA VE SENİN AZMİNDE SAKLI”

70 SENELİK TÜRK SAATİ
Gençlerin sanatlarına sahip çıkıp, hakkını vermeleri gerekir. Aza kanaat etmeyi bilmeliler. Bak ben bu küçük dükkanımla üç çocuk büyüttüm. Şimdiki gençlerde olursa olur, olmazsa ne yapayım mantığı var. Yaptığın işin doğruluğuna eğilmiyorlar, eksiksiz yapmaktan kaçınmıyorlar halbuki bunlarda saklı başarı.

Yorumlar