"BİR ADAM YARATMAK”

İstediğinden de ötede başarı yakalayan yazarın eserini
Erzurum’da Yusuf Çelikpazu da sahneledi. Yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu
yapan Çelikpazu’yu sahne sonrası yakalayıp oyun hakkında ondan da bilgi almak
istedim.
“SAHNE TOZUNUN TADINA DOYULMUYOR.”
Aslında lisede matematik öğretmenliği yapan
Yusuf Çelikpazu üniversite yıllarından yuttuğu sahne tozunun tadından
doyamamış ve doyacak gibi de durmuyor.
Çelikpazu oyunda üniversiteli öğrencilerle birlikte
oynadığını belirtirken asıl istediğinin daha yaşça büyüklerle oynamak olduğunu
söyledi. Fakat kimseyi ikna edemediğinden yakındı.
Bir önceki oyunu komedi olan Çelikpazu bir kere de
dram oynamak istediklerini anlattı ve hayatın her zaman komediden ibaret
olmadığını söyledi.
Seyircinin “Hep aynı espriler, müstehcen ifadeler var”,
gibi şikayetleri de dram oynamalarında etkili oldu. Ancak seyircinin oyuna olan
ilgisizliği Çelikpazu’yu üzdü. “İnsanlar bir şeyler düşünmek istemiyor, sıkıya
gelemiyor” diyen Çelikpazu, oyunun hak ettiği başarıyı Erzurum’da
görememesinden şikayet etti.
“İLK PROVAMIZI SEYİRCİ KARŞISINDA YAPTIK.”
Birçok güçlüklerle karşılan ekip, salon olmadığından dolayı
hep ezber çalışması yaptı ve ilk provalarını da seyirci karşısında sergiledi.
Destekleri olmamasına rağmen yine de Çelikpazu oyunlarını sergilemekten
çok mutlu..
İdolü olarak gördüğü Necip Fazıl’ın oyununun başrol
oyunculuğunu yapmış olmak Çelikpazu’yu heyecanlandırdı. Ve hazır oyun sonrası
yakalamışken oyun hakkında sorularımı yönelttim. Oyun boyunca bir sırdan
bahsediliyor. Bu oyundaki sırrı Çelikpazu şöyle aktardı: “Husrev bir sırdan,
kendine özgü bir sırdan söz eder. Ona hayat veren ve karakter kazandıran, bu
sırdır. Bu öyle bir sırdır ki bütün varlığını, bütün iç âlemini etkisi altında
tutabilmektedir. Kendisine derin acılar çektiren, kati bir yalnizligin içine
atan ve benliğinde bir mühür gibi taşıdığı bu sırrı anlatmanın, aktarmanın,
ifade etmenin, paylaşmanın imkânı yoktur. Bir basına katlanmak zorunda olduğu
‘içteki kıyamettir' o. “Âlemden gizli tek bir sırrım kaldı. İçimdeki kıyamet!
Kimse bir şey bilmiyor. Bakma kıvranışlarıma. Bakma ağzımın dikişlerinden sızan
hırıltılara! Bakma beni çıldırıyor sanmalarına! Bilmiyorlar. Söyleyemiyorum.
İstesem de söyleyemem. Söylesem de bir şey anlaşılmaz” Kendi içinden bir türlü
ötekine doğru akmayan, açılmayan bu ‘kati sır', Husrev tipinin tüm eylemlerini
gerekçelendirerek eserin omurgasını oluşturan büyük acıya da kaynaklık eder.
“HÜSREVİ ÇILDIRTAN SIR.”
Peki ne olmuş da Husrev böyle bir sırra sahip olmuştur?Onu
kendi içinde bir kördüğüm hâline getiren şey nedir? Babası, Husrev sekiz yasında
iken kendisini konağın bahçesindeki incir ağacının dalına asarak intihar
etmiştir. Çocukluğu o incir ağacının uğursuzluğuna ilişkin hikâyeleri
dinlemekle geçmiştir. İncir ağacı da kendi içinde taşıdığı sırrın bir
parçasıdır. “Benim bir büyük annem vardı ki, bu incir ağacının dibinde göze
görünmez bir cin ve peri alemi tasavvur ederdi. Çocukken, beni bu incirin
dibinde oynamaya bırakmazlardı. Bir gün orada oynarken ayağım kayıp yere
düştüm. Sabahtan aksama kadar mutfakta, cinlerin öfkesini dindirecek şerbetler
kaynadı. Sihirbaz değneklerine benzer kepçelerle uzun uzadıya bu kazanı
karıştırdılar. İncirin dibine döktüler”
Hüsrevi ölüm düşüncesine iten babasının intiharı mı diye
sorduğumda Çelikpazu “İncir ağacı hakkında anlatılanlar, babasının etkileyici
ölümü, Husrev'in üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Belki de bu etkilerin
sonucu olarak ölüm düşüncesi bir ‘fikri sabit' hâlini almıştır kafasında.
Psikiyatrideki tabiriyle bu takıntı içinde giderek derinleşmiş ve tüm hayatini
temelinden sarsacak noktaya gelmiştir. Bunun da etkisiyle var oluşun insani
ürperten olasılığı ve ölüm konularında canlı sahneler çizer ve günün
birinde Ölüm Korkusu diye bir piyes yazar” diye cevap verdi.
“OYUN
YAZMAK HÜSREV İÇİN YALANCI İLAHLIKTI.”
Son olarak Hüsrev niçin tımarhaneye gitti sizce?
Son olarak Hüsrev niçin tımarhaneye gitti sizce?
İlk olarak Husrev'in bir oyun yazmayı, bir karakter çizmeyi, bu insanî
yaratıcılığı “Allahlık taslamak”, “yalancı ilâhlık” olarak görmesi onu etkiler.
Kendisinin böyle bir yasak bölgeye girdiğini düşünür. “Ben tırmanmak istediğim
kayadan düştüm. Meğer çok ileriye gitmişim. Yasak ülkelere girmişim. Gözü kör,
yürürken, bir çıyan yuvasına basar gibi bazı sırların üstüne bastım. Onlar gaip
âleminin bekçileriydi. Ürktüler ve beni çarptılar. Yaratıcı neymiş, yaratmağa
kalkışarak tanıdım” paragrafında da bunu anlatır. Oyun süresince bu marazî ruh
hâlinin propagandasına maruz kalan Hüsrev, ‘arınmak' bir yana, içinde biriken
kaygı, sıkıntı ve bunalım ile iyice sarsılmış bir şekilde terk eder
salonu. Tüm bunları ancak yalnız kalabileceği bir yerde hastanede
rahat rahat düşünmek için gitti. Zaten kendi diyor ya; “Bunlar beni azabımla ve
cinnetimle baş başa bırakmıyorlar.”
Yorumlar
Yorum Gönder